15.11.2007

YUNANİSTAN ÇAPINDA SORUN HALİNE GETİRİLEN GÂVUR MESELESİNİN GERÇEK BOYUTU

Milletvekili seçimleri öncesinde İskeçe’de, partilerden aday olan Türk adaylar arasından birinin oylamayla belirlenip onun azınlık seçmeni tarafından desteklenmesi için düzenlenen İskeçe Yüksek Kurul toplantısında, İskeçe seçilmiş müftüsü Ahmet Mete yaptığı konuşmada Rum adaylar için “Gâvur” sıfatını kullanmıştı.
Ardından adaylar ve serbest konuşmacılar düşüncelerini dile getirmiş ve yapılan bir teklif neticesinde, aday belirleme seçiminin yapılıp yapılmaması için oylamaya gidilmiş ve toplantıya katılanların %99’u, adaylar arasından birinin seçimle belirlenme teklifini, Reddetmişlerdi.
Bu red kararından sonra söz alan Mustafa Trampa, kararın yalnış olduğunu ve adaylar arasından birinin belirlenmesi gerektiği yönünde şu konuşmayı yapmıştı:
“Saygıdeğer müftüm, değerli İskeçe’liler. Şimdi, son ana kadar söz alayım mı almayayım mı, çok düşündüm. Fakat gördüm ki buradan, bugüne kadar uygulanan siyasetin, politikanın bir benzeri aynı şekilde uygulamaya sokulmaya çalışılıyor. Şimdi çok kısa ve öz, sayın müftüm konuştular, sayın Cemil Kabza konuştular, sayın Ozan Ahmetoğlu, bu üç kişiyi zikrediyorum, çünkü bunlar kurumları temsil ediyorlar, ve akabinde konuşan serbest konuşmacılar da, aşağı yukarı genelde onlara atfen konuşmalarını yaptılar.
Şimdi ben farklı konuşacağım. Ben de serbest konuşmacıyım, hiçbir kurumu temsil etmiyorum.
Şimdi arkadaşlar, Türk’ün oyu Türk’e, bu moda oldu. Siyasette bu doğru mu, yalnış mı, bence dönem itibarıyle çok yalnış. Türk’ün oyunu Türk’e mi vereceyiz, yoksa biz İskeçe’den milletvekili mi seçeceğiz? Bir defa bunun kararını verelim. Biri çok farklı diğeri çok farklı. Şimdi 7-8 tane aday var. O zaman oyları dağıtalım, zaten toplamda 18.000 hadi 20.000 (oyumuz var) diyelim, kim ne kadar oy alacak? Ortalama herkese düşen 3-4-5 bin (oy).
Hadi her neyse, Milletvekili seçiyor muyuz? Yine de seçemiyoruz. Şimdi hep beraber çalışalım. Burada, çok saygın politikacılarımız konuştular, toparlanalım, kontrol edelim. Yunanlılara (giden) oylarımızı geri çekelim. Bu olmuyor arkadaşlar, olmuyor. Hele hele bu zamanda hiç olmaz, çünkü bizim insanın milli duyguları eskisi gibi değil. Ve göreceksiniz bundan sonra, (bu toplantıdan) dağılalım ve herkes kendi yolunu tutacak.
Ben bu ara (partilerden aday olan adaylar arasından) bir adayı oylayalım düşüncesini savunuyorum. Neden savunuyorum? Çünkü ben milletvekili istiyorum. Ama bunun, diğer arkadaşlar milletvekili istemiyor manası çıkmıyor. Fakat bu, dikkat edin, doğru bir düşünce olabilir. Fakat her doğru olan hareket, bizi doğru yola götürmez. Ben size örnekler vereyim. Geçmiş seçimlerde, Orhan abi güzel özetledi, 300,400,500,600 oy için kaybediyoruz. Bu yollara nasıl geliniyor? Geçen seçimlerde Burhan Baran’la, Türkeş, iki değerli abimiz, saygın iki kişilik. Ne yaptılar? El ele vererek köyleri gezdiler. Bu doğru muydu? Birlik beraberlik açısından doğruydu. Fakat siyaseten doğru değil. Niye değil? Şimdi Dede itiraz edecek-iyor. Söyleyeyim neden değil. (2004 seçim arifesinde bu iki arkadaş) Şahin’e çıktılar. Son akşam Şahin’e gittim. En az 100 kişi geldi bana ve diyorlar ki, biz oyları dağıtacağız. Yarısı Burhan’a yarısı Türkeş’e verdi. Ve bu hareketle bak biz gene milletvekili seçemedik. Ben bu açıdan seçilemediği için, ben bu tür şeyleri yalnış olarak algılıyorum. Şimdi bu noktada bizim yapmamız gereken şey şu: Çok değerli şairimiz Necip Fazil diyor ki, “Ey kalabalıklar, nereye gidiyor sunuz? Şu tuttuğunuz yol, çıkmaz yoldur.”
Burada ortada, herkes çıktı konuştu. Kimse şunu şöyle yapalım demedi. Türk’ün oyu Türk’e sloganı etrafında (odaklandık). Zaten 15-20 yıldır hep (bu) söylendi Batı Trakya tarihinde. Fakat biz burada, en uygun yol nedir milletvekilinin seçilebilmesi için, bu konu uzerinde doğru düzgün birşey söylenmedi. Şimdi biz eğer oylarımızı Türk’lere yönlendirelim fikri ortaya çıkacak ve bunu benimseyeceksek, ben de benimsiyorum. Ama bu anlayışla, bu zihniyetle, biz milletvekili çıkarıyor muyuz, çıkarmıyor muyuz? Bir de bunu düşünelim. Bence yine çıkaramıyacağız, bence yine herkes kendi yolunu tutacak. Lakin son güne kadar, diyelim ki herkes serbest kaldı (ve) Türk’ün oyu Türk’e (dendi). Ben size birşey söyleyeyim. Son haftanın Cuma günene kadar diyelim ki bir kişinin üzerinde yoğun bir akım var. Mutlaka bir senaryo, bir sabotaj, bir bilmem ne (olacak) ve son gün Cumartesi günü, herşey altüst olacak, oylar yine törpülenecek. Yine (Türk adaylarımızdan) biri 7.000 (oy) alacak, diğeri 8.000 (oy) alacak. Yine milletvekilsiz kalacağız. Onun için ben, herkesin görüşüne saygı duyuyorum. En başta değerli müftüm, Ozan arkadaşım, Cemil ve diğer arkadaşlar, serbest konuşmacılar. Ben bu dönem itibarıyle, konjoktürel olarak ele aldığımız zaman, İskeçe’nin durumu çok vahim (diyorum). Bakın, kötü demiyorum, kötü başkadır, vahim başkadır. Vahim olduğu zaman, çok tehlikeli sonuçlara götürebilir bizi Azınlık olarak. Onun için daha sağlıklı düşünelim, onun için birlik ve beraberliği önemserken buradan milletvekili de nasıl çıkarabiliriz, sağlıklı düşünceyi de göz önünde bulundurmak suretiyle buradan ayrılalım veya ona göre hareket edelim diye düşünüyorum. Ben bir milletvekili (adayı) etrafında kilitlenme hususunda, bu yönde benim bir kanaatim var. Bu siyaseten, bu sosyal açıdan herhangi bir faciaya sebebiyet vermez. Onu size söyleyeyim. Bu tamamen duygusallıktır, tamamen duygusal bir harekettir. Bakın politikada kesinlikle ama kesinlikle realizm önemlidir. Duygusal hareket etmeyeceksin. Yok efendim biz Türk’e verelim de, önemli değil. Hayır, çok önemli. Burada gerçekçi hareket edeceksin, burada olması gereken, şu anki durum, şu anki ortam neyi gerektiriyorsa, bu şekilde hareket edeceksin ki, biz ancak bu şekilde, bu şartlarda milletvekili seçebiliriz. Aksi takdirde ben inanıyorum ki, yine oylar, son günlerde yapılacak-çizilecek senaryolarla, birileri tarafından yine tiyatro sahnesine çıkacak ve bu görevlerini ifa etmek suretiyle, korkarım ki, yine şık olmayan yine böyle bir durumla karşı karşıya kalırız diye düşünüyorum.
Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlyorum.”
Mustafa Trampa’nın bu konuşmasından sonra söz isteyen gazetemizin sahibi Abdulhalim Dede şu konuşmayı yaptı:
“Ayın 17’sine kadar konuşmayacağıma dair yemin etmiştim kendime. Altı aydır bir mucadele başlattık İskeçe’de. Yine (de adaylar için) konuşmayacağım.
Ancak Mustafa Trampa’nın belirttiği bir hususa, toplum bilimine, ona değineceğim.
Türkeş’le Burhan Baran’ın başardıkları nedir? Dikkatimizden kaçan husus şu! 1974’ten 2004 secimlerine kadar 30 yıl. (Bir) bakın İskeçe Azınlık Türk’ünün oy dağılım çizelgesine. 33.000 oyumuz, devamlı tepe takla aşağıya gidiyor.
Ve zirveye ulaştık 2000 yılında.
Yalnız 12.000 oy kaldı Türk Azınlık adaylarına.
33.000 oydan yalnız 12.000 oyu Türk Azınlık adaylarına verdik biz.
21.000 oyumuzu Rum adaylarına verdik.
30 senedir bu memlekette işte bu tekerlemeler yuvarlanıyor: Türk oyu Türk’e.
Türk’ün oyu Türk’e burada, evimize gittiğimizde Türk’ün oyu gâvura.
(Müsade etsin) gâvur kelimesini ben kullanayım. (Taşıdığı sıfata yakışmadığı için ve yanlış anlaşılmalara vesile olabileceğinden)Müftü Efendi’nin kullanmaması lazım.
Bak sevgili Mustafacığım, Şahin’de 2004 seçimlerinde Türkeş’le Burhan Baran’ın, o senin başarısız olarak gördüğün olay ile ne oldu!
(Mustafa Trampa aşağıdan itiraz ediyor)
Musaade et.
Netice itibarıyle başarısız olarak gördüğün, Milletvekili çıkaramadık dediğin olaya. (Azınlık adaylarının aldığı)12.000 oy, 17.500 oya çıktı Mustafa’cığım.
Toplumlarda hedef, uzun vadelidir. 2 günlük, 1 günlük hedef koymuyoruz.
Hele hele bizim Azınlık gibi toplumlarda, ve hele hele İskeçe gibi bir yerde, 30 sene içinde 3 defa milletvekili çıkarmışız. Geriye kalan bütün seçimlerde, birbirimize çamur atmaktan, birbirimiza iftira etmekten geri kalmamışız.
Birbirimizi hain ilan etmekle, vardığımız nokta burasıdır. 33.000 oydan 12.000 oy Türk’lere, 21.000 oy Rum’lara.
Bunun sebebini hiç araştırdık mı bu güne kadar?
Bak, toplumbilimci olarak soruyorum sana? Bunun sebebini araştırdık mı hiç bu güne kadar?
Arastırmadık.
İşte 2004 seçimleri, Burhan’la Türkes, Allah razı olsun ikisinden de, bakın açıkça söylüyorum, Allah razı olsun, Azınlık tarihinde ilk defa iki büyük partinin adayları kol kola vermiş, köy köy gezmiştir beraber.
Ve parti propagandası yapmamışlar. Azınlık proragandası yapmışlar. Eğer beni seviyorsanız bana oy verin. Partimi seviyorsanız partime. Ama partinin içindeki Rum’a değil, içindeki Türk’e verin. Beni ve partimi beğenmiyorsanız diğer büyük partiye oy verecekseniz, o zaman yine oradaki Türk adaya oyunuzu verin.
Azınlık politikacısı böyle der. Böyle olması lazım.
Dikkat et, senin netice getirmedi dediğin olaya nokta basacagım şimdi.
2004’te başlayan ve Azınlığın bir umut olarak gördüğü, Azınlığın içinden çıkmış, iki genç politikacıyı, birbirine laf ve iftira etmeyen, birbirine çamur atmayan iki politikacıyı gördü ve ikisini de ödüllendirdi.
Pasok’un, 1974’ten 2000 senesine kadar, İhsan Kâhya kardeşimin aday olduğu döneme kadar aldığı en yüksek oy, İhsan’ın aldığı 5.300 oydur. O kadar değil miydi İhsan’cığım? (1974-1996 senesine kadar yapılan seçimlerde) Pasok’un aldığı oy, 4000, 4200, 4300’dü. Türk adaylarını konuşuyorum.
Bu seçimlerde, 2004 seçimlerinde 9250 oy. 8750 resmiyette, 500 oy da iptal oyu var. Itiraz etmek için bütün oyları birbir oturduk kontrol ettik. Burhan’ın iptal edilmiş 500 oyu var.
Peki, geliyoruz şimdi neticeye. Bu birliği, bu samimiyeti gördü Azınlık insanı. İskeçe Azınlığı ilk defa böyle bir samimiyet gördü 2 politikacısından. Helal olsun onlara, samimi bir şekilde Azınlığın çıkarını düşünerek şahsi çıkarlarını (düşünmedikleri) için.
Yaptıkları ne?
3-2’ye karşı hayır dediler.
3-1’le milletvekili çıkaramıyoruz, zorlanıyoruz. Nereden 3-2’yle milletvekili çıkaracağız?
Dikkat et!
(Mustafa Trampa aşağıdan itiraz ediyor)
Bir dakika! Takdir etmiyorsun demedim. Hedefe gittiğin zaman, hedefler, toplumlarda 1 günlük hedefler değildir. Hedefini koyacakıin 5 sene sonrasına. Hedefini koyacaksın 10 sene sonrasına. Bizim bugün Azınlığın içinde, İskeçe Azınlığı için yapmamız gerekeni, Müftü Efendi’nin çok üzüldüğü, Gümülcineli bizim Türk’ün soylediği bir laf beni daha çok kahrediyor. Ve şimdi değil, senelerden beri kahrediyor. Rum’lara oy vere vere (kahroluyorum).
Ve kime oy veriyoruz? Türk’ün en büyük düşmanı, PKK’nın başkanı Abdullah Öcalan’a, Yunanistan’ın milli temsilcisi olarak giden Sğuridis’e veriyoruz. Nalet olsun öyle kendisine Türk diyen kişiye. Nalet olsun. Bugün, maalesef bugün, yine aynı kişi, aynı mekanizma, aynı derin devlet, aynı devlet, dört parti de, istisnasiz Sğuridis’i yeniden milletvekili yapmak için, onu kurtarmak icin, 3-2 oyununu ortaya koydular. Yetmedi, Burhan’ı harcadılar, Türkeş’i harcadılar. Ama bazı arkadaşlarımız, önceden pazarlıklı, koymuşlar ceplerine adaylıklarını, çıktılar karşımıza aday diye. Onun için ben konuşmayacağım diyorum. Ve konuşmayacağım. Ağzımı adaylarla ilgili açmayacağım.
Aynı şeyi sizinle sonra konuşacağım. Ama haksızlık etmeyelim. Bu topluma haksızlık etmeyelim. Bu toplum, karşısında insan gördüğü zaman, samimi insan gördüğü zaman, o toplum ona guveniyor ve yeniden kendisini bulmaya, milli bilincini, milli kimliğini yeniden hatırlıyor.
Biz senelerdir oturmuşuz milli kimliğimizle dalga geçiyoruz. Herkes kendi cebini doldurmak için numara çekiyor. O orada... bu burada.
Herkesin konuştuğu gibi, buradan çıkacağız.
Tamam karar aldık, kimi destekliyoruz? Tamam, (örnek olarak) Mustafa Trampa’yı destekliyoruz. (Aşağıdan itirazlar) Yahu benim için aday önemli değil. Mustafa Trampa’yı (desteklenecek aday olarak) seçsek. Ne olacak (düşünüyor musunuz?). (Bu toplantıda, partili adaylar arasından bir kişiyi seçmek için aramızda seçim) yapılmaması yönünde alınan kararı takdirle karşılıyorum. Bakın, en doğru kararı aldık. Çünkü bütün siyasi ve toplumsal olayların ötesinde hiçbir kişi, yanılmıyorsam yalnız Birol dile getirdi, hukuki sorunun varlığını (dile getirmedi). Şu an her türlü yan etkinliklerin yasak olduğu bir dönem içerisindeyiz. Seçimlerden önce son 15 gün. (Burada alınmasını talep ettiğimiz adaylar arasından birinin seçilmesi) seçimlerin normal akışına resmen müdahaleye giriyor. Nasıl müdahale? 300-400 kişi, İskeçe Azınlığının tüm seçilmişlerinin katıldığı bir toplantıda bir karar alıp, (azınlığımıza) diyeceğiz ki, (söz gelimi) biz Mustafa Trampa’yi destekliyoruz. Bu tipik olarak seçime müdahale sayılmasa da gerçek anlamda seçime müdahaledir ve ilk yapılacak iş, senin arkandan gelecek, Rum itiraz edecek ve senin milletvekilliğin güme gidecek bu durumda. Yani (demek istediğim) arkadaşlar iyi yaptı (ve aday belirleme teklifini reddettiler). Bunları hesaplamak, bilmek lazım.
Sözümü bitiriyorum. Heyecanlanıyorum. Konuşmayacağım dedim, söz verdim kendime. Ama benim gibi çok konuşan bir insanın konuşmaması kolay değil.
Amaç, 2004 yılında Azınlığın 5500 seçmeninin geri döndüğü gibi, Azınlık adaylarına geri dönme kararını aldığı gibi, bundan sonraki seçimlerde de bu sayıyı arttırmaktır. Biz bunun çalışmasını, 3-2’ye Hayır kampanyasıyla, altı aydır yapıyoruz. Hedefimiz bu seçimlerde milletvekili çıkarmak değildir. Kısmete çıkarsa... çıkar. Hedef gelecek seçimler. Bu seçimlerde (azınlık adaylarına kullanılan) 17500 oyun 22500 oy olması lazım. 5000 kişiyi daha geri çekmek lazım azınlık adaylarına. Ben bunu başardığım andan itibaren bana değil Nea Dimokratia, değil Pasok, değil KKE, değil anasının gözü, bütün Yunanistan’ın tüm parileri bir araya gelse, ben milletvekilimi buradan seçerim. Ancak seçim kanununu değiştirirlerse, %3’lük gibi bir baraj getirirlerse ve derlerse Batı Trakya’daki Müslüman Türk adayları seçilemez, aday olabilir ama seçilemez, böyle bir kanun getirirlerse ancak, biz seçilmeyiz.
Fakat şunu da söyleyeyim. Milletvekili seçmek haliyle çok önemli bir şey. 3-2’ye Hayır toplantılarımızın hepsinde dile getirdim. Devletin İskeçe Azınlığıyla ilgili izlediği bir politika var. Bizi haritadan silmek ve İskeçe’de Türk Azınlığı yok demek (için uğraşıyor). Herşeyi Gümülcine’ye bağlamak istiyorlar. Dedeagac’ı temizlediler. Yavaş yavaş İskeçe’yi temizleyecekler ve ardından Gümülcine kalacak.
Entegre oluyoruz biz, öyle diyorlar.
Τι ωραία, οι Μουσουλμάνοι ψηφίζουν Χριστιανούς. Μπράβο σας!
Εγώ θα πω το μπράβο όταν θα αρχίσουν να ψηφίζουν και οι Χριστιανοί Έλληνες τους Μουσουλμάνους. Τότε ναι!
Εvet ben de o zaman diyeceğim, Türk’çülük yapmayacağım, ırkçılık yapmayacağım, domuzculuk yapmayacağım. Gelin diyeceğim, ben de oyumu Kosta’ya verecegim, ben de Yanni’ye verecegim. O Yanni de, mahalledeki Yanni de Mustafa’ya oy verdiği zaman. Mustafa’ya da 1000, 2000, 5000 oy (Rumlardan) verildigi zaman. Onlar da beni düşman gibi görmediği zaman, ben eşitlik propagandası ve kavgası ve antiırkçı kavgayı vereceğim. Ben yirmi yıldır insan ve azınlık haklarıyla uğraşıyorum. Burada bizim yaptığımız insan haklarına aykırı birşey değildir. Kendi milletimin, kendi soyumun hak ve hukukunu savunduğum zaman Türk Azınlığın hakkını (savunduğum zaman), ben ırkçılık yapmıyorum. Ben Yunanlıların ırkçılık yapmalarına karşı antiırkçılık yapıyorum. Olay bu kadar basit.
Bu seçimlerde hedefimiz, Azınlık seçmeninden 23.000’nini Türk Azınlık adayları etrafında kenetlendirmektir. Altı aydır yaptığımız mücadelenin hedefi buydu. Seçilip seçilmemek hiç önemli değil. Onun için de Türkeş’ten Allah razı olsun, onun için Burhan Baran’dan Allah razı olsun. Kendi şahsi politikalarını yapmadılar. İlle de biz aday olacağız demediler. Kim olursa olsun, partiler 3-1 yapsınlar, onun arkasından koşacağız dediler.
Benim canım çok sıkılıyor. Benim can ciğer arkadaşım Orhan Hacıibram, 35 senelik arkadaşım gitti partiden 3-2’yle aday oldu. Canım çok sıkılıyor. Çetin Mandacı, oturup 3 ay oncesinden açıkladı, 3-2 de olsa ben Pasok’ta adayım diye.
Görüyor musunuz olay nerede bozuluyor. Bu topluma hangi mesajı veriyoruz.
Ben, daha altı ay önce söylemiştim, ne aday olmak istiyorum ne de öyle bir niyetim var diye.
Altı aydır hepimiz, bir çoğunuz bu toplantılara katıldınız, partiler milli bir politika uyguluyor dedik. Partilerin bu hedeflerini biz görmedigimiz zaman uyanamayız. İstediğimiz kadar bağıralım demişti, yanılmıyorsam eski milletvekili Birol.
Biz uzağa gitmeyelim. Biz PKK’nın (tırnağı) kadar olamıyoruz. Ben PKK’ya hayranım.Vallahi billahi hayranım. (Aşağıdan itirazlar) Bak oraya gelecegim hayranım neden biliyor musun? (aşağıdan itirazlar) Hiç çelişmiyor. Onlar açısından hayranım diyorum. Onlar kendilerine bir hedef koymuşlar ve o hedefte yürüyorlar. (Aşağıdan itirazlar) Ayrı mesele, şimdi benim milletime Türk milletine silah sıkıyor. Onların açısından konuşuyorum. Biri yan çizdi mi dayak düşüyor, sopa düşüyor.
Biz bu Azınlık’ta hepimiz köydeniz. Hepimiz köyümüzde kimin (müftünün tabiriyle) Gâvura çalıştığını, kimin Sğuridis’e çalıştığını, kimin Kontos’a çalıştığını biliyor muyuz, bilmiyor muyuz yahu?
Biliyoruz.
Niye konuşuyoruz biz onlarla o halde? Soyutlayalım onları köyün içinde. Rezil edelim, konuşmayalım, kahveye sokmayalım. Bakalım bir daha koşacak mı Sguridis’le veya Kontos’la veya analarının a.ıyla? Affedersiniz çok özür dilerim. Dilimden kaçtı. Yani bu kadar basit olaylar. İçimizdeki Sğuridis’çileri, Kontos’cuları hepimiz biliyoruz ama, sanki hiç bir şeycik yokmuş gibi, gel beraber kahve içmeye, gel beraber meyhaneye, gel beraber eğlenmeye, gidiyoruz.
Haaa işte böyle milli politika olmaz.
Böyle toplum bilinci olmaz.
Böyle toplum kavgası olmaz.
Eğer varsa bunlar koylerimizde, ki hepimiz biliyoruz onları, adımızı bildiğimiz gibi, Ahmet, Hüseyin onları da biliyoruz. Soyutlayacaksınız, çekeceksiniz kenara camide, kahvede, köy olarak bir karar aldık diyeceksiniz ve eğer bundan sonra, böyle hareket etmeye devam ederseniz size bu köyde hayat yok, dilyeceksiniz. Bu mesajı geçin bakalım. Geçin bu mesajı o Sğuridis’in Kontos’un ve Çalidis’in işbirlikçilerine, bakalım o zaman o herif gelip te elini kolunu sallaya sallaya senin evine Kontos’un oy pusulasını getirebilecek mi? Veya Sğuridis’in oy pusulasını getirdiğinde, al ve patlat bir çürük domates kafasına. Bakalım yüzü olacak mı bir daha karşına gelmeye.
Bu kadar basit.
Burada farklı konuşmanın sizlerle tartışmanın bir anlamı yok. Olay, tekrar edeyim, diğer arkadaşlarımın söylediği gibi, büyük çoğunluğumuzun aldığı karar doğru. Doğru bir karar aldınız. (Adaylar arasında birinin belirlenmesi ve desteklenmesi için) oylamaya geçmemek kararı. Oylama gitseydik, hem hukuki hem sosyal hem politik hatalar yaratacaktı. Gerçekten politik hatalar yaratacaktı.
Böyle birlik beraberlik olmaz. Burhan ile Türkeş’in birlikteliği 17.000 oy getirdiyse, böyle bir karar alınsaydı, burada bir adayın yanına gideceğiz denilseydi, Vallahi de Billahi de, ismimi bildiğim gibi söylüyorum, 6.000-7.000 oy kalır veya kalmaz bizim Türk adaylarına. Bütün Azınlık dökülecek Rum adaylara. Biliyor musunuz çantalarla dolaşıyorlar, Rum adaylar. Para çantalarıyla dolaşıyorlar Rum adaylar. Para çantalarıyla dolanıyorlar her tarafta. Anladınız mı?
(Aşağıdan Ne öneriyorsun soruluyor)
Benim onerim yok. Ben Mustafa’nın konuşması üzerine, bir noktaya değindiğinden dolayı, iki arkadaşımız Türkeş ve Burhan’a haksızlık yapıldığından dolayı söz aldım. Toplumumuza da haksızlık yapıldığından, toplumumuz bu iki arkadaştan o birlik beraberliği gördü ve Rumlara oy veren 5.500 kişi geri döndü. Bu birlik beraberlik devam etseydi bu seçimlerde 22.000’e çıkacaktık. Ha şimdi çıkar mıyız, çıkmaz mıyız, Allah kerim. İnşallah çıkarız. Teşekkür ederim.”
***
Bu toplantının videoya çekilmesini ben istedim ve İskeçe’li bir kardeşime bu çekimi yaptırdım. İsteyen kişi bu videocu kardeşimizden gidip toplantı videosunun birer kopyasını aldılar. Onlarca kişi almış.
Bu DVD’yi alanlardan birileri, Müftünün Gâvur ve benim bunu tekrar etmemle Nalet olsun kelimelerinde büyük bir mücevher bulmuşlar gibi değerlendirmişler ve Abdülhalim Dede’nin lambasını söndürmenin zamanı geldi demişler.
2,5 saatlik DVD’yi 5 dakikaya indirmişler kelime ve cümle dikişi yaparak...
Ve almışlar bu DVD’yi Yunanistanın en çok satan haftalık To PROTO THEMA gazetesine göndermişler.
Onlar da büyük bir olayı keşfetmişler edasıyla, hem gazetede iki sayfalık masa başı bir “haber” yaptılar hem de 5 dakikalık DVD’yi internete yüklediler.
Ve ardından olanları hepiniz izlediniz. Dedağaçtan yayın yapan DELTA TV konuyla ilgili bizi programa çıkardı. Olayları anlamak istemediklerinden dolayı, karşıma Dedeağaç Baro başkanı olan birini çıkardılar. Beni vatana ihanetle, toplum içerisinde nifak sokmakla suçladı ve sınır dışı edilmem gerektiğini dile getirdi. Savcıları göreve davet etti.
Ardından Makis Triantafillopulos konuyu iki programına taşıdı. Birine telefonla diğerine canlı katıldım. Meseleleri izah etmeye çalıştım. Daha sonra TO PROTO THEMA gazetesinin yayımcısı olan Themos Anastasiadis’in OLA8 programına çıktım. Durumu izah ettim.
Ulusal düzeyde bir de PARON gazetesi konuya değindi. Aşağıda bu gazetenin iki yazısını okuyacaksınız. Bu gazete ise SÖYLEMEDİĞİM şeyleri SÖYLEMİŞİM GİBİ ortaya attı ve Yargıtay başsavcısının olaya müdahale etmesi gereğini savundu. Kendilerine cevap yazdım. Yayımlamadılar.
Ulusal basın-yayın düzeyinde bunlar olurken, yerel düzeyde bazıları keçilerini kaçırdılar. Bunların başında İskeçe’de Mahitis ve Thraki Gümülcine de ise Hronos gazetesi.
Neler neler yazmadılar. Gümülcine belediyesi eski başkanı Vavaçıklis’in oğlu Niko da boş durmadı ve bizim belediye seçimlerinin ikinci haftası Koçakis’i destekleyip babasının başkanlığı kaybetmesini hâlâ hazmedemediğinden internet sitesinde neredeyse hergün süslemeye başladı.
Ve gazeteci geçinen bu kişiler, suçladıkları benim görüşüme bir defa bile baş vurmadılar.
ABDÜLHALİM DEDE’yi MAHVETME, İTİBARINI ZEDELEME, ŞAHSIYETİNİ KARALAMA TEZGAHINI kuranlar tabii ki tek yönlü saldırıyla bunun başarılamayacağını bildiklerinden, devreye emekli paşaları (Dimu), ve mitropolitleri (İskeçe ve Gümülcine) ve yerel radyoları da kattılar.
Bu da yetmedi, Azınlık içerisinden bazılarını da oyuna dahil ettiler. Radyo Cyti’nin sahibi fotografçı Halit’le röportaj yapılıp bana küfrettirdiler. Radyo Cyti’de eski mebusumuzun üç ibiksiz horozu kendilerinden geçtiler bana küfrederlerken.
Derken en iyi arkadaşımız olarak gördüğümüz ve kendisine inandığımız DAMON DAMİANOS’un yazılı açıklaması çıktı yerel basında. Bir telefon dahi etmeden, meselenin ne olduğunu sormadan, araştırmadan yaptığımız konuşmadan dolayı beni kınıyor ve özür dilemem gerektiğini belirtiyordu. Kendimi sırtından hançerlenmiş hissettim. DAMON’dan bunu beklemiyordum. Ne olduysa nasıl olduysa aleyhimdeki kampanyaya bu gönül dostum da katılmıştı. Ne yapalım? İnsan çiğ süt emmiş diyorlar. Ne olacağını nasıl gelişeceğini kestirmek mümkün değil.
Bizi şaşırtan bir başka husus ise, azınlık politikacı ve basınının tavrıydı.
İskeçe milletvekili Çetin Mandacı beni ve müftü Ahmet Mete’yi Triantafillopulos’un programında KINADI. Bizleri barış ve süküneti bozmakla suçladı. Eski mebus İlhan Ahmet Hronos gazetesinde bizleri kınadı ve özür dilememiz gerektiğini söyledi.
Yüksek Tahsilliler derneği ve diğer dernekler ıslık çaldı. Millet gazetesi hariç (onlar da Gavur kelimesinin hakaret olmadığını kanıtlamaya çalıştılar, aptalca) hiçbir azınlık gazetesi konuya eğilmedi. Affedersiniz Bülten denen gazete birinci sayfasından Yunanca olarak bize DROPİ SU diyerek efendilerine ne kadar iyi çocuk olduğunu ispat etti.
PKK TERÖR ÖRGÜTÜDÜR
SON olarak ta PKK ile ilgili bir çift laf edeyim. Konuşmamda PKK’ya hayran olduğumu dile getiriyorum. Hangi açıdan hayran olduğumu açık ve net izah ediyorum. Ancak PKK’nın taktiklerini NE KABUL EDİYOR NE DE TASVİP EDİYORUM. PKK bir terör örgütüdür ve insanlık suçu işliyor. Beni PKK sempatizanı olarak göstermeye çalışan bazı zavallıların aklına şaşar suratlarını karışlarım.
Yorum olarak bir şey yazmıyoruz. Benim konuşmamı okuyun ve yorumunuzu kendiniz yapın sevgili okuyucular.
Şimdi de sizlere TO PARON gazetesinin HAYAL ürünü haberlerini sunuyorum:
Βουλευτής «έδωσε» στους Τούρκους επιχειρησιακά σχέδια του στρατού;
Κύριε Διευθυντά,Στο άρθρο του «Ο πράκτορας και ο αρχιπράκτορας», της περασμένης Κυριακής, ο στρατηγός Δημήτριος Δήμου εξέθεσε την τραγική πραγματικότητα στην ελεγχόμενη από το τουρκικό προξενείο ελληνική (ακόμη) Θράκη, με αφετηρία τους διαπληκτισμούς μεταξύ του βουλευτή του ΠΑΣΟΚ κ. Σγουρίδη και του «δημοσιογράφου» κ. Αμντουλχαλίμ Ντεντέ από την Ξάνθη.Αυτό που είδε και εσχολίασε ο κ. Δήμου ήταν η αναμετάδοση στο δελτίο του Alter αποσπάσματος της εκπομπής «Κίτρινος Τύπος», που παρουσίαζε μαγνητοσκόπηση ανθελληνικού πυρρίχιου από «τούρκους» υποψηφίους βουλευτές του Ελληνικού Κοινοβουλίου, τον «εκλεγμένο» μουφτή και τον δριμύτατο κατά των γκιαούρηδων κ. Ντεντέ.Αυτό που δεν αναμετέδωσε ο κ. Χατζηνικολάου είναι μια φράση του κ. Ντεντέ σ’ αυτήν την εκπομπή που, ενώ θα έπρεπε να συγκλονίσει το πανελλήνιο, σκεπάσθηκε με υαλοβάμβακα. Το επεισόδιο έγινε ως εξής:Μετά την προβολή της μαγνητοσκόπησης, όπου ακούστηκαν και άθλιες ύβρεις κατά των μητέρων Σγουρίδη και Κοντού, ο κ. Ντεντέ (τον οποίο αποκαλούσε «φίλο» ο κ. Τριανταφυλλόπουλος) παρενέβη τηλεφωνικώς για να δώσει «εξηγήσεις» σ' ένα εξοργισμένο από το θέαμα ακροατήριο προσκεκλημένων της εκπομπής. Ο κ. Σγουρίδης τον αποκάλεσε «γνωστό πράκτορα του τουρκικού προξενείου», ο «φίλος» Ντεντέ τού ανταπέδωσε «εσύ είσαι αρχιπράκτορας». Και εκεί ακολούθησε η φράση του που, αν είναι πράγματι πράκτορας του προξενείου, έχει ιδιαίτερη βαρύτητα. Μιλώντας για υποψηφίους βουλευτές που προσπαθούν να προσεταιρισθούν τα πιο ακραία στοιχεία (το είπε πιο βάναυσα, με δικά του λόγια) πρόσθεσε και το εξής:«Έλληνας βουλευτής παρέδωσε τα επιχειρησιακά σχέδια του ελληνικού στρατού για την περίπτωση σύγκρουσης».Αυτή η φράση-«βόμβα» -πολύ περιέργως- δεν προκάλεσε ιδιαίτερη αίσθηση ούτε στους προσκεκλημένους ούτε στον συνδαιτυμόνα της εκπομπής, ο οποίος δεν την άρπαξε από την ουρά για τις συνήθεις, επίμονες, ανακριτικές ερωτήσεις. Ο κ. Ντεντέ απλώς προσκλήθηκε στην επόμενη εκπομπή «Ζούγκλα»…Όχι η Μοσάντ του Ισραήλ ή η ΜΙΤ της Τουρκίας, αλλά οποιαδήποτε μυστική υπηρεσία, του Λιχτενστάιν περιλαμβανομένου, θα είχε επιληφθεί του αναπάντητου ερωτήματος από την επομένη.Σε οποιαδήποτε χώρα του κόσμου ο ισχυρισμός αυτός θα γινόταν πρωτοσέλιδο στις εφημερίδες, κορυφαίο θέμα στα ΜΜΕ και αντικείμενο ερώτησης, τουλάχιστον, στη Βουλή. Όχι εδώ. Στο Ελλαδέξ, κατά Χρήστο Γιανναρά. Εδώ, απλώς, ένας πράκτορας θα χάσει πιθανότατα τη δουλειά του.( Μ. Σ.)
07/10/2007- Kiriakatiko PARON
Θα επέμβει επιτέλους κανένας Εισαγγελέας;
Εμείς θα επιμείνουμε και σήμερα, για τρίτη φορά, στο αναπάντητο ερώτημα. Αυτήν τη φορά απευθυνόμενοι στον κ. Εισαγγελέα του Αρείου Πάγου, επαναλαμβάνοντας τα στοιχεία που το εγείρουν:Σε νυκτερινή εκπομπή του o κ. Τριανταφυλλόπουλος στο «Alter», προ μηνός, ο μουσουλμάνος δημοσιογράφος της Ξάνθης Αμπντουλχαλίμ Ντεντέ, διαπληκτιζόμενος με τον βουλευτή του ΠΑΣΟΚ κ. Σγουρίδη (με ανταλλαγή των χαρακτηρισμών «πράκτορα» - «αρχιπράκτορα»), κατήγγειλε πολιτευόμενους στη Θράκη ότι επαιτούν την εύνοια των πιο ακραίων (τουρκοφρόνων) στοιχείων της μουσουλμανικής μειονότητας. Αλλά προχώρησε και σε πολύ βαρύτερο ισχυρισμό:Δήλωσε ότι χριστιανός βουλευτής της Θράκης παρέδωσε σε τουρκικές υπηρεσίες τα επιχειρησιακά σχέδια του ελληνικού στρατού για την περίπτωση πολεμικής σύγκρουσης. Επειδή ο εισαγγελέας-παρουσιαστής της εκπομπής και οι πολυάριθμοι καλεσμένοι του δεν ζήτησαν, παραδόξως, διευκρίνιση αυτής της κατηγορίας και επειδή εγείρονται θέματα σημασίας βαρύτερης από την ευθιξία των θιγομένων βουλευτών της περιοχής, επανερχόμαστε στο ερώτημα:Είναι, στη χώρα αυτή, ο ανωτέρω ισχυρισμός, προερχόμενος μάλιστα από πρόσωπο, που βουλευτής της περιοχής απεκάλεσε πράκτορα (προφανώς τουρκικών υπηρεσιών), άξιος σοβαρής έρευνας από την αρμόδια εισαγγελική αρχή για προφανείς λόγους εθνικής ασφάλειας ή όχι;
21/10/2007- Kiriakatiko PARON
Ο χορός των «νταβατζήδων»!
... Ότι ο μειονοτικός δημοσιογράφος Ντεντέ είναι από αμφιλεγόμενος έως και περίεργων (τουλάχιστον) απόψεων, ήταν λίγο πολύ γνωστό στη Θράκη. Μα τα αθηναϊκά ΜΜΕ πολύ «τον πήγαιναν». Ήταν ο εκλεκτός τους! Ε, ήρθαν οι αποκαλύψεις του Τριανταφυλλόπουλου, η εμφάνισή του τόσο στο δελτίο του Χατζηνικολάου όσο και στον Μάκη και έκανε ακόμα και όσους -ίσως καλόπιστα…- διατηρούσαν έστω ελάχιστες αμφιβολίες να… πειστούν για το πραγματικό του πρόσωπο…... Πάντως ο καημένος ο «ΑΝΤΙΦΩΝΗΤΗΣ» της Κομοτηνής είχε… ξελαρυγγιαστεί να φωνάζει τι εστί Ντεντέ!
30/09/2007/ Kiriakatiko PARON
Το ράπισμα από τα Σκόπια στον ΟΗΕ
Του MIXAHΛ ΣΤΥΛΙΑΝΟΥ
Στις 2/8 ο εκπρόσωπος του τουρκικού ΥΠΕΞ απειλεί με μέτρα κατά της Ελλάδας για τον νέο Νόμο περί Τύπου, που θέτει σε κίνδυνο τους ραδιοφωνικούς σταθμούς της «τουρκικής μειονότητας» στη Θράκη, με την εγγύηση οικονομικής βιωσιμότητας που προβλέπει.• Παραμονές εκλογών. Το τουρκικό προξενείο (παρακυβερνείο) της Θράκης κινητοποιεί τις δυνάμεις του για την εξασφάλιση της «τουρκικής» φωνής στο ελληνικό Κοινοβούλιο και την Ευρωβουλή. «Ψηφίστε και τον χειρότερο, φτάνει να είναι Τούρκος», κραυγάζει ο «εκλεγμένος Μουφτής», σε συγκέντρωση οργάνων του προξενείου και βρίζει χυδαία τη μητέρα των βουλευτών Σγουρίδη και Κοντού. Στη μαγνητοσκόπηση της συγκέντρωσης, που παρουσίασε η εκπομπή Κίτρινος Τύπος, ο κ. Αλαβάνος και άλλες προοδευτικές δυνάμεις θα άκουσαν τον ομοϊδεάτη τους κ. Ντεντέ (δημοσιογράφο…) να τους αποκαλεί «γκιαούρηδες».(Παράλληλη δραστηριότητα για την τουρκοποίηση του μουσουλμανικού στοιχείου της Δωδεκανήσου -των μεταναστών, αφού οι τουρκογενείς είναι ελάχιστοι- αναπτύσσει και ο πρόξενος στη Ρόδο Αχμέτ Αρντά, ο οποίος με δηλώσεις του στο πρακτορείο Ανατολή διαμαρτύρεται γιατί δεν υπάρχει τουρκικό σχολείο σε Ρόδο και Ιστάνκοϋ (έτσι αποκαλούν και γράφουν στους χάρτες τους την Κω), στο οποίο « οι Τούρκοι να εκπαιδεύονται στη μητρική τους γλώσσα». Και «τούρκος» μουφτής, σε μετάσταση από τη Θράκη, διεκδικεί την αναγνώρισή του στη Ρόδο…)
30/09/2007/ Kiriakatiko PARON